Mum ışığında gölgelenen
algılayışlar keman sesiyle , uzakta kalanlara ezgiler sunar. Duvarda gölgesi
beliren yüz, sayfada kurşun kalemin bıraktığı izler avuçlarımdan akıp gidiyor
geceye doğru. Sızlanmaların arkasında gizlenen aldanışlar bir göletin içinde dalgalar
biriktiriyor. Halkalar genişledikçe , kuşların sesini duyuyorum parmaklarımı
kenetlediğim anda. Bir yok oluşun hikayesine konuk oluyor gözlerim… Işıkla
bütünleştiriyorum seçtiğim kelimeleri.. Yüzünde beliren ‘belirsizlikle’
akıbetini belirliyor tırnaklarında biriktirdikleriyle..
Bir ışık hüzmesidir bana tüm
zamanlarımı çağrıştıran.. Kaleme dokunmayı, aralıksız yazmayı özlediğimi fark
ediyorum. Günlük raporlara sığdırılmayan dakikalar çağırıyor benliğimi.
Kıvamını yakalamaya çalşırken hayatın , kokular çağrıştırıyor bana toparlamaya
çalıştığım zamanlarımı. Yağmurun sesine odaklanıyorum anlamsal çağrışımları o
kadar çok ki .. Alt edilmeyi bekleyen hırs, kin ve nefreti yok etmek istiyorum
tüm yeryüzünden silmek… ‘ İnsan doğarız fakat insan kalır mıyız ? ‘ diye bir
soru yöneltiyor dinlediğimiz eğitim uzmanı. Tüm gözler ona çevriliyor bir
anda.. Düşünüyoruz bir müddet.. Düşündükçe, alkışlıyor ruhumuz bizi. Oysa terk
edilmiş bir masada bırakmıştı hislerini az önce. Birden
toparlanıverdi, toparlandık. Siyah beyaz bir resmin içinde, bir günlüğüne de
olsa rutinin dışına çıkmak istiyordu zihinlerimiz. Bizden ‘ başkalarının ‘ da
olduğunun ayırdına varmak ve bunu her gün anımsayabilmek adına bilemeliydik ellerimizi..
Ellerimiz dokundukça başka hayatlara, çoğalacaktı; çoğalacaktık… Onları
anlayabilmek adına kapıları açıyorduk, açmalıydık… Kış mevsiminin soğuk
renginde sıcak gülümseyişler eklemeliydik bir nebze de olsa…