31 Ekim 2013 Perşembe

(düşler aykırılıklardır!)


karanlığa gömüyorum yüzümü. ay-kırılmış düşlerim geziniyor ruhumda.yarının özenilir tarafı yoktu.yeni yeni eğriler çiziliyor parmaklarımı toplarken hazzın gevrekliğinden.düşler direnmeye kafa tutuyor siyahi lügatlarda..

18 Ekim 2013 Cuma

9 Ekim 2013 Çarşamba

....

(…)
‘ Öylesine ezer ki onları, boyunduruklarını sarsmaya güçleri kalmaz.’ Böylesi düşüncelere karşı ayaklanıp kralın heybetli bakanlarına şöyle desem: Bu düşünceleriniz korkunç: Kral için yüz karası, halk için cehennem arıyorsunuz. Efendinizin şerefi ve sağlığı kendinin değil, halkın zengin olmasına bağlıdır. İnsanlar kralları insanların yararı için başa getirdiler, kralların yararı için değil. Kendilerini rahat yaşatacak, saldırıdan, sövgüden koruyacak güçlü bir dayanak istediler. Kralın en kutsal ödevi, kendininkinden önce halkın mutluluğunu düşünmektir. Sadık bir çoban gibi kendini sürüsüne vermeli, onu en besleyici otlaklara sürmelidir. Halkın yoksulluğunu, krallığın güveni saymak kabaca ve açıkça yanlıştır: Kavgalar, kan dökmeler, en çok dilenciler arasında olmuyor mu? Bir devrimi en candan isteyen kimdir? Bugün en yoksul durumda olan değil mi? Devleti yıkmakta en fazla atılganlık gösterecek olan kimdir? Yitirecek bir şeyi olmayıp da sadece kazanç sağlayacak olan değil mi?
Yurttaşların kin bağladığı, hor gördüğü bir kral; halkı ezerek, soyarak, dilenci durumuna düşürerek tahtında tutunabilecekse, bıraksın krallığı insin gitsin tahtından. Bu yollarla belki kral adını elinde tutar; ama ne yiğitliği kalır, ne büyüklüğü. Kral yüceliği dilencilerin değil, zengin ve mutlu insanların başında kalmakla kazanılır.
Büyük yürekli Fabricius bu soylu düşünceyle söylemişti şu sözü: ‘Kendim zengin olmaktansa, zenginlere baş olmak isterim. Bir halkın acıları, iniltileri ortasında keyif sürmek krallık değil, zindan bekçiliği etmektir.’

Thomas More Ütopya’dan…

7 Ekim 2013 Pazartesi

günce'den


‘’ Bir adım geri durduğumuzda, ormanı seyretmek için ağaçları bir kenara ittiğimizde , ağaçların değersizliğiyle karşı karşıya kalırız… Daha fazla geri geldiğimizde, ormanı tamamen önemsiz buluveririz…Aynısı bu ülke, yeryüzü, güneş sistemi ve galaksi için de geçerlidir.. Bu evren o denli geniştir ki, biz kum taneciğinden daha ufak kalırız… En büyük problemlerimiz bizle birlikte hiçliğe karışır..Biz basitçe, Tanrıların oyuncaklarıyız, yine de Tanrılar oyunlarına bizi layık görmüyorlar bile… ‘’insan asla bir cevap bulamadı ve bulamayacaktır da…’ ‘’Yaşam sahip olduklarımızın tümüdür ama yine de o hiçtir..’’-e.cioran-




Zamanın müphem alaveresi alır kin besleyen tüm damarlarımızı, bir anda yok eder , en büyük ‘saçmalığımız’ belki de hiçbir şey olmamış gibi davrandığımız anları kapsar. Bir anda iç sese kulak veren benliğimiz  ‘ dev bir silüetin ‘ gerçek olup olmadığının sanrısına kapılır. Ayaklar harekete geçer ve bir anda o silüetle karşı karşıya gelindiğinde  ‘alışkanlık’ devreye girer. Arkasından sesleniş ve bir , iki, üç.. Dök kendini, dök tüm harflerin kıskacında boğulan bir iki dakikalık ayaküstü ‘saçmalığa’ hadi dök.. Unutulur onca şey. Yeni baskılar türetir zihnimizdeki sayfalar. Bir gece öncesi görülen rüyanın etkisi sarar yumak haline gelen saçlarımı. Yaşanılan ve görülen silüetin hayal mi gerçek mi olduğunu düşünürken, çoktan yol almaya başlayan  ayaklarım göz kırpar sonradan duyumsamamaya alışmış ruhuma. Gözlerimizdeki tedirginlik, dudaklarımızdaki kurumuşluk aynıydı bir-iki dakika göz çevirmeler ve laf olsun diye konuşulan cümleler yapıştı damağıma, girdaplarına yol açtığım her adıma kafa tutuyor benliğim. Varsın olsundu..Hangi aklın ürünüydü sanrıya kapılmak,evet reelde gördüğüm mü yoksa hala rüya sandığım karmaşada mıydım ?  Belki de bunun cevabını aramaktı niyetim, belki koskocaman bir saçmalığın içinde -  biriktirilmiş su birikintisinde ‘-halkalar oluşturuyordu yamultulmuş çakıl taşları …

6 Ekim 2013 Pazar

,,,,,




Saçlarımızın kıvrımında biten parlak gözlerimiz vardı bir de yarını sorgusuzca kollayan yargısız adanışlarımız.. Kehanetin alacasında gizlenen masum yüzlerimiz güneşe dönüktü..Güneş, güne , gün , ün , n…

4 Ekim 2013 Cuma




'' Fakat, şarkı söylemek, gülmek, dalmak hülyaya,
Yapayalnız, ama hür, seyahat etmek aya,
Gören gözü, çınlayan sesi olmak ve canı
İsteyince şapkayı ters giymek, karışanı
Olmamak. Bir hiç için ya kılıcına veya
Kalemine sarılmak ve ancak duya duya
Yazmak, sonra da gayet tevazula kendine:
Çocuğum! Demek, bütün bunları hoş gör yine,
Hoş gör bu çiçekleri, hattâ bu kuru dalı,
Bunlar yabanın değil kendi bahçenin malı!
Varsın küçücük olsun fütuhatın, fakat bil,
Onu fetheden sensin, yoksa başkası değil ''
Cyrano de Bergerac, Edmond Rostand

3 Ekim 2013 Perşembe

...........

''Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit ne olabilir?Sorumun karşılığını bilmiyor kimse. ''a.t.

2 Ekim 2013 Çarşamba

uzaktan gelen ses...



‘’Büyük Nehir’in akıntısına
Bırakıverir kendini Ay…
Rüzgarla sürüklenirken suda ...

Neye benziyorum ben?’’-d.f.-

.

Ad

E-posta *

Mesaj *