29 Aralık 2014 Pazartesi

......


'' vadedilmiş ve uzak her şey için 
bir çizgi oluyor ağzı
göğsü doluyor
sesini yitirmiş göğün uğultusuyla..''

....


‘’ Söylenecek bir tek sözüm kalmazsa çizerim yüzünü kuşların kanatlarına
Her çırpınışta gökyüzüne dağılır yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur.
Kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor
Parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler
Yazdıkça biraz daha unutuyorum seni
Ve her yerde düş tacirleri, şiir seviciler
Bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca
Büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü
Ben aşkın son hasatçısı, son peygamber
Gülünç, soyu tükenmiş bir varlığı oynuyorum boyuna.
Görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın
Çığlığımdan arta kalan bunlar olacak
Aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum
Bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak
Yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle
Kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir
Bir yeniyetmenin altını çizeceği dizeler benden
Senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak…’’-a.e.-


Saçlarıma takipsizlik kararı alıyorum çizilmiş aynalarda. Tanıdık göçmenlerin bilinmeyen hikayelerinden aldığım izlere çarparak yürüdüğüm zamanları anımsıyorum. Onaylanmış her bir kanayış gecelerime ortaktır ve yinelenmekten bıkmayan ufkun ince çizgisine eştir.

Kanıyorum,


Kanıyorum…..

28 Aralık 2014 Pazar

.....


                               '' ah, okumaya başlamadan önce çiçeklere su vermek lazımdır...''

...

             '' sonra içime ve hatta dışıma kapandım. küsmek gibi bir şey. bir çeşit gölge fesleğeni. ''

Cahit Zarifoğlu - Yedi Güzel Adam


‘’ Anlat kızın ekmek tutuşunu
İçimdeki soylu kişiden utanışını
Annayı tutarken balık tutuyorum
Ekvator ağzıyla kolumu buzdan denize indirmişim
Kız içimde bir sarmaşık kelimesiyle büyürken
Arada bir kanla uslayıp seni anıyorum
-ey eski sevdiklerim-
Sizi şaşırtıyorum. Sanatım
Fakat ben korkutuldum.’’ –s. 122-


‘’ .. Şu yaşamı bulandıran su
Don yüzlü rahibe şu
Ve o karanlıkta cin
Ve ormandaki dev
Oysa melodim ne güzel. Sözlerim ne tatlı kuşkusuz. Yanımda olaydın
Testiyi deler ırmağı temizlerdik.
Avucumuzla buz gibi içer bileğimizden akan toprağa düşerdi.’’ –s.128-







25 Aralık 2014 Perşembe

toprak...





Güneşin aydınlattığı her hüzme yeni taşlar doğurur. Doğrulan her taş yüreğimin en ince köşesinde yer bulur kanatır, kanatır … Çizikler oluşturur amansızca yüreğim çizilmiştir artık… Hiçbir merhem sürülemez o çiziklere. Naif bir kelebek gelir baş ucumda gezinir o esnada. Çizildikçe evrilirim adeta… Yeşilimsi bir tarla kenarında otururken bir başıma toprağı avuçlarıma alıp hissetmeye çalıştım.  Doyuma ulaşana kadar baktım sessizliğin sesini dinledim.. Beni avutan sesler bir gölgeden ibaretken gölgeleri de silindi güpegündüzken ortalık. Harabeye dönmüş kulübenin önünde benim için bir sandalye konulmuştu oturup düşünmem için sunulmuş bir armağandı belki de ben hayıflanırken içimden. Gözlerim güneşle buluştu güneş esrarengiz rengiyle eşlik etti bana kapalı duran demir kapı, güneş, toprak ve ben…

Zamanaşımına uğrayan histerik anlar boğulur kırılmaktan aşınmış yüreklerde. Anlamsız serüvenler karşı konulmaz bir mekanda yeniden yer ediniyor. Bir tutam mutluluk ‘ unutulmuşluğun’ gölgesinde var edemez kendini. ‘ Mutluluk’ sanılan hep yarım kalmıştır çünkü. Tepkisel dönüşümlerin edimsel karşılığı yoktu kuramlarda. Kuramlar kendini yalanlamaya başladı.

Rengi değişen yıpranmış sayfalar gibi günler.  Artık konuşmayı  dahi fazla gördüklerimizle çürüyoruz aslında. Çürüyen, kaybolan imgeler… Cümlelerimi tamamlayamıyorum artık. Onlar da tıpkı yarım bırakılan bizler gibi. Yarım bırakılan ve loş odalara hapsedilen. Kıyımlar geçiyor hüzünden rengini değiştiren gözlerimin içinden. Bir ses, bir çığlık… Belki de hep var olan suskunluk, sessizlik.. Konuşamamayı öğreten sessizlik…  Zamanın despotça kanıksattığı sessizlikler!...


Mürekkebi bitsin istiyorum artık kalemimin. Kalemim tanıktır bende yitip gidenlere… Dile gelmekten yorulan dakikalara…..

''- Kalemim en büyük totemimdi-''

20 Aralık 2014 Cumartesi

10 Aralık 2014 Çarşamba

not..

'' her şey kendinin ahı.
toprak
taş
duvar.
toprağı ve taşı
göğe taşıyan duvar
biliyor
kulelere cevabı yok göğün
sonsuzluk ay gibi
esirgiyor kendini dünyadan.''-b.m-


9 Aralık 2014 Salı

Çöle İniş...

‘’ Sizi rahatsız etmeye geldim!’’

‘’ Bu yüzden yalnız başına mutlu olmak, ızdırap verici bir mutluluktur. Yarımdır, çünkü yalnız olmak yarım olmaktır.’’ S-s.36

‘’ Güneş deviniminde temiz ve yumuşak bir ev. Kızıl kan içindeyim, düştüm sarı toprağın sinesine. Sabahın beyaz dalıydım, beni kızıl kan içine doğurdular….. Yüzlerce filizin coşkusu vardı bende.’’-s.71

‘’ Aşk ne içindir? Aşk, büyük çocukların yakalandıkları kızamık gibi bir şeydir.’’-s 83

‘’  Eğer yüksek öğrenim sınıfları, geçmişte olduğu gibi duvarsız, deftersiz olur, zengin yoksul herkese eşit şartlarda yarışma yolu açık tutulursa, hiç kuşku yok, daha sağlıklı bir ruha sahip olan, hayatın anlamını daha çocukluktan başlayarak anlayan, acıyla ve emekle büyüyen, tabiatın ve güneşin yetiştirmesi olan köylüler; nimetler, eğlenceler, paralar, pislikler içinde yetişen , gölgeliklerde büyüyen, tembel, karnı tok, dertsiz bir halde geviş getiren nazik kimselerden daha ileri geçerler. Tabii onları alçakça gerilere atmazlarsa.’’ –s.224

‘’ Bugün bir yardımcı doçent, ıslandırıp sirkeye batırılan Buhara eriği gibi dört yıl sonra kendiliğinden bir üst seviyeye çıkıp doçent oluyor. Doçent de beş bahar geçtikten sonra bir üst aşamayı geçip profesör oluyor. Bu rütbe değişikliği , bir ölüm kalım savaşı, en iyi olanı seçme yarışı değil, zamanın oyunudur. Dün değişim, dönüşüm, sıçrama ve yükselme ve olgunlaşma öğretim üyelerinin içinde; gönüllerde ve beyinlerde gerçekleşiyordu; bugünse dosya kapaklarının arasında; iş bulma kurumunda, para sandığının içinde. O da dehanın veya ilhamın gücüyle, hayatın ani bir darbesiyle, etkileyici bir sözün kırbacıyla, bir aşkın kıvılcımıyla değil tersine, yerin durumu ve göğün dönüşü vesilesiyle gerçekleşiyor.’’-s.231

‘’Çölde sadece ılgın ağacı ile dikenli bitkiler yetişir. Bu sabırlı, kahraman ve korkusuz ağaçlar, çöle rağmen, suya ve toprağa ihtiyaç duymadan, okşama ve sevgi beklemeden , çölün kuru ve yanık bağrından ateşe doğru başlarını uzatır, dimdik ayakta dururlar. Korkusuz, mağrur, yalnız ve yabancı.’’-s.239

‘’ Elim konuşuyor, dilim işitiyordu; gözlerimle kulak kesilirken, kulaklarımla görüyordum.’’-s.308 d.

‘’  Kaçış, oraya kaçış… hissediyorum kuşların sersemliğini .. dün buradaydım peki, ne zaman gideceksin onun peşinden?’’-s.316

‘’ Gece başımın üstünde dikilmiş, çöl ayaklarımın altına serilmiş, yol karşımda her adımımı gözetliyor ve ben gözlerimi karanlığa dikmiş gittikçe gidiyordum.’’-s.384

‘’ Bu renksiz çadırların yanından derhal geçtim…
Kararsız susuzluğa son vermek için
Duyarak, uyanıkça, kaygısız,
Çalışarak, güvenle, az bir dirhemle
O yalnız gergedan gibi yol aldım.
Bambu ağaçlarının dalları eğilmiş, birbirine girmiş.
Ki onlar kadına ve oğullara tutkundurlar..
Oysa ben, ağaçların, baş eğme derdi olmayan, üst dalları gibi,
O yalnız gergedan gibi yol aldım.
Her yerde özgür yalnız mı yalnız,
En uzak ülkeyi bulma telaşında
Tehlikelere korkmadan göğüs gererek o yalnız gergedan gibi yol aldım.
Benim için veba, verem, acı var; Yara korku, hastalık!
Bu korkuyu mutluluğun damağında görerek o yalnız gergedan gibi yol aldım.
Sıcak, soğuk, açlık, susuzluk, fırtına, güneş, at sinekleri, yılanlar:
Birsine ve hepsine galip gelerek o yalnız gergedan gibi yol aldım.
Azgın bir fil gibi, nilüferin yanağında ormanın bir köşesinde yalnız kalmak istediği için sürüden ayrılıveren o yalnız gergedan gibi yol aldım.
Hırs gitmiş, riya gitmiş, ihtiyaç, haset gitmiş, tutkularını ve hayallerini hepten yele vermiş, yere dikilmiş gözlerle hiç beklemeden , ne iğrençleşen, ne yanan bir gönülle , ne halkın efendisi, ne padişahın kölesi, bu dünyanın oyunları, sevinçleri, neşeleri, bütün bunlara el atmış herkesten yüz çevirmiş gövdelerin zehiriyle diri, rüzgar gibi tuzaklara düşmeden nilüfer gibi suya bulaşmadan ‘ güneşin yakını’ sözünü canla duymuş o yalnız gergedan gibi yol aldım.’’ –s. 438 ( Doğru Yolculuk hakkında bir Budist şiiri biraz değişiklik ve özetle)

‘’ Ey Apollo’ nun yanık ruhu! Ben bu testileri nasıl doldurayım da susamış olan senin eline vereyim? Ey bu pazarın kirli ırmağı yanı başında akan! Biliyorum, susuzsun, ama bu denizi testiye doldurmak imkansız. Kaç yudum umuyorsun? Ama olmaz, bu denizden yudum yudum su almak imkansız.’’ –s.444




8 Aralık 2014 Pazartesi

a. hicri izgören - bedeli ödenmiştir

Mülteci
‘’ Bütün özgürlüklerimi bir solukta tükettim
Mülteci bir sancıyım artık
Bütün aşklarımı yanlış yaşadım sanki
Paslı bir hançerim, yurtsuzum
Durmadan kanıyor ekmeğim ve sevincim.

İçime dağlar gömdüm, sesime fırtınalar
Her anım bir sızıdır, harcına katliam karışmış.
Halepçe gecelerinin artığıdır bedenim
Girdiğim yataklar ısıtmaz beni artık
Gecikmiş gurbetlerde geceler benim değil
Beynimin kılcalında çığlıklar hiç susmuyor
Beni sığınakların bir bağışı say
Ya da daralan vaktin pusatsız bir dilimi.’’ s.13

…..
Suzinak’ tan

‘’ Biliyorum seni sevmek yeni yalnızlıklardır
Uzayıp giden bir çığlık, ince bir sızıdır
Yoksa ömrümce borçlu kalırım aşka
Seviyorum seni, başka seçeneğim yok yedeğimde yeni acılarım var öderim diyetini
Yeni yazgılar bulurum belki
Şiirlere vururum kendimi, başımı kitaplara yaslarım
Toplarım şarkılardan yasadışı aşkları,sürerim alanlara
Seviyorum seni başka seçeneğim yok
Yeter sınama beni.’’       34 s.
…..
Antiparantez
( herkes beni bir dağ sanıyor kimseler bilmiyor kanadığımı)

Ne zaman bir incesaz alsa sözü geceden
Sen ordasın, orda bir saçak vardır
Eski bir yara gibi kanatırım kendimi
Her yağmur gözlerin olur biraz.’’-s.47
………
Kaval

‘’ Susardı gece
Bin yıllık o dilsiz kaval
Dağlar söylerdi
Karlı dorukları ardında taylar bırakmış
Yeleleri mavi boncuk
Terkisi gül işlemeli atları…
Okşardın Pola’ nın saçlarını..’’ –s.53





7 Aralık 2014 Pazar

A' dan Z' ye Cemal Süreya

‘’ Şiir tanımları yaparken, ‘ şiir kurulu düzene karşıdır,’ diyordu.

Bir karşı çıkma sanatı… Dilde yangınlar çıkarma sanatı… hayatın alev hali.. Hayatın köpüğü…

Kendi şiirinin Doğu’yla Batı’nın bileşkesi değil, çelişkisi olduğu görüşündeydi.

‘’ Güneşten yırtılan caz, kavaldan akan gökyüzü’’ böyle tanımlıyordu şiirini.


‘’ Aşkımız şimdi görklü bir hayatın
Yabancaya berbat bir çevirisi
Sen metinde birkaç satır atladın
Ben geçmiş zamanda dondurdum tüm fiilleri.’’ s.13

‘’ İki şey: Aşk ve şiir mutsuzlukla beslenir biri,
Biri ona dönüşür.’’ S.19

‘’ Hayat kısa kuşlar uçuyor aylar birbirinin içinden yürüyebilir, günlerse bambaşka. Bir günün öbürünün önüne geçmesine izin yok.’’ –s.22

‘’ İkinci Yeni bir güvercin curnatasıdır. Ben alçaktan uçuyorum. Avcılardan değil, arkadaşlarımdan korktuğum için.’’ s. 27


‘’ Hayat, büyük bir ‘ Özel ve Cins İsimler’’ sözlüğüdür. Ölüm, sadece ‘ Cins İsimler’ sözlüğü. Ama daha büyük bir sözlük.’’

Ölümü doğrusu hiç düşünmedim. Ama düşündüm uzak kardeşlerimi… Bir güvercin ben öldüğüm zaman nice hüzünlerden yaprak yaprak
Bir güvercin ben öldüğüm zaman.’’

‘’ Ölüm geliyor aklıma birden ölüm..
Bir ağacın gölgesine sarılıyorum.’’ s.41


‘’ Yüzyıl sonra şu anda yaşayan hiçbir insan, hiçbir kuş, hiçbir kedi, hiçbir yılan, hiçbir otomobil olmayacak dünyada. Hiçbir tanıdığın , hiçbir tanımadığın olmadığı dünyayı yaşanası olarak düşünemiyorum. Başkalarının dünyası. Ne yapayım başkalarının dünyasını.’’

‘’ Ölüm mü?
Bir gölün dibinde durgun uykudasın.
Denizler?
Tanrılar karıştırır durur denizleri.
Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür.
Biliyorum tanrım.
Ama, ayrıca aldığın şu hayat fena değildir…
Üstü kalsın…..’’ s.42





Nazım Hikmet - İlk Şiirler - Şiirler 8-

‘’ Bence  Sen de Şimdi Herkes Gibisin’’

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin.- 334 (1918)-Yaz-Kadıköy s.23

‘’ Severken aldatıp birden kaçardı
Okşarken apansız pençe açardı
Onda bir kadının gururu vardı
Sürmeli gözlerinden riya akardı..’’ s.26

‘’ Kutup Yıldızı’’

Yaşlı duaların sessiz makesi
Sönmeyen ümidin sönmez yıldızı
Şulenden akıyor teselli sesi
Yıldızlar güzeli gemici kız

Her billuri mavi gece denizde
Bize sevgiliden selam getiren
Selamet yıldızı sen gemimizde
Bir peri kızısın aşıkın da ben

Issız denizlerde teselli veren
Sonsuz alemlerin gümüş merkezi ümit gibi parla, parla sönmesin
Işığından mahrum etme sen bizi.’’ s.28
…..
‘’ Yıllar geçti yardan hala gelmedi haber
O vefasız yad ellerde acep ne eyler?
Rüzgar ona dertlerimi bari sen anlat
Git kaygısız şen gönlüne biraz elem kat
Ayrılmıştım ben onunla bir karlı gece
Hatırlamaz o geceyi belki iyice
Yıldızlarla parıldayan bir sema gibi
Yaş dolmuştu pek sevdiğim siyah gözleri.’’ s.31
…..
‘’ Sesler geliyor gün-batısından
Sesler!...
Koynunda güneşin kaybolduğu zindan aydınlanacak mı?
Bekleyelim ? Bekleyebilir miyiz?
Biz!
Gündoğusunun yüz elli milyonu bekliyoruz bunu,
Sesler geliyor gün-batısından sesler!’’ s.202 Moskova, 1923



6 Aralık 2014 Cumartesi

---


'' yalnızdım , içimde büyüyen boşluğun içinde yalnızdım. mide bulantım içinde yalnızdım.''-f.e.-

5 Aralık 2014 Cuma

...



'' ben meleğimin kanatlarını kırdım,
ordan geliyorum, siz yine ikiz bardakları kırmayın. bir deliydim, elementlerin de ruhları olduğuna inanıyordum..''

.

Ad

E-posta *

Mesaj *