‘’ Sizi rahatsız
etmeye geldim!’’
‘’ Bu yüzden yalnız başına mutlu olmak, ızdırap verici bir
mutluluktur. Yarımdır, çünkü yalnız olmak yarım olmaktır.’’ S-s.36
‘’ Güneş deviniminde temiz ve yumuşak bir ev. Kızıl kan
içindeyim, düştüm sarı toprağın sinesine. Sabahın beyaz dalıydım, beni kızıl
kan içine doğurdular….. Yüzlerce filizin coşkusu vardı bende.’’-s.71
‘’ Aşk ne içindir? Aşk, büyük çocukların yakalandıkları
kızamık gibi bir şeydir.’’-s 83
‘’ Eğer yüksek
öğrenim sınıfları, geçmişte olduğu gibi duvarsız, deftersiz olur, zengin yoksul
herkese eşit şartlarda yarışma yolu açık tutulursa, hiç kuşku yok, daha
sağlıklı bir ruha sahip olan, hayatın anlamını daha çocukluktan başlayarak
anlayan, acıyla ve emekle büyüyen, tabiatın ve güneşin yetiştirmesi olan
köylüler; nimetler, eğlenceler, paralar, pislikler içinde yetişen ,
gölgeliklerde büyüyen, tembel, karnı tok, dertsiz bir halde geviş getiren nazik
kimselerden daha ileri geçerler. Tabii onları alçakça gerilere atmazlarsa.’’
–s.224
‘’ Bugün bir yardımcı doçent, ıslandırıp sirkeye batırılan
Buhara eriği gibi dört yıl sonra kendiliğinden bir üst seviyeye çıkıp doçent
oluyor. Doçent de beş bahar geçtikten sonra bir üst aşamayı geçip profesör
oluyor. Bu rütbe değişikliği , bir ölüm kalım savaşı, en iyi olanı seçme yarışı
değil, zamanın oyunudur. Dün değişim, dönüşüm, sıçrama ve yükselme ve
olgunlaşma öğretim üyelerinin içinde; gönüllerde ve beyinlerde gerçekleşiyordu;
bugünse dosya kapaklarının arasında; iş bulma kurumunda, para sandığının
içinde. O da dehanın veya ilhamın gücüyle, hayatın ani bir darbesiyle,
etkileyici bir sözün kırbacıyla, bir aşkın kıvılcımıyla değil tersine, yerin durumu
ve göğün dönüşü vesilesiyle gerçekleşiyor.’’-s.231
‘’Çölde sadece ılgın ağacı ile dikenli bitkiler yetişir. Bu
sabırlı, kahraman ve korkusuz ağaçlar, çöle rağmen, suya ve toprağa ihtiyaç
duymadan, okşama ve sevgi beklemeden , çölün kuru ve yanık bağrından ateşe
doğru başlarını uzatır, dimdik ayakta dururlar. Korkusuz, mağrur, yalnız ve
yabancı.’’-s.239
‘’ Elim konuşuyor, dilim
işitiyordu; gözlerimle kulak kesilirken, kulaklarımla görüyordum.’’-s.308 d.
‘’ Kaçış, oraya
kaçış… hissediyorum kuşların sersemliğini .. dün buradaydım peki, ne zaman
gideceksin onun peşinden?’’-s.316
‘’ Gece başımın üstünde dikilmiş, çöl ayaklarımın altına
serilmiş, yol karşımda her adımımı gözetliyor ve ben gözlerimi karanlığa dikmiş
gittikçe gidiyordum.’’-s.384
‘’ Bu renksiz çadırların yanından derhal geçtim…
Kararsız susuzluğa son vermek için
Duyarak, uyanıkça, kaygısız,
Çalışarak, güvenle, az bir dirhemle
O yalnız gergedan gibi yol aldım.
Bambu ağaçlarının dalları eğilmiş, birbirine girmiş.
Ki onlar kadına ve oğullara tutkundurlar..
Oysa ben, ağaçların, baş eğme derdi olmayan, üst dalları
gibi,
O yalnız gergedan gibi yol aldım.
Her yerde özgür yalnız mı yalnız,
En uzak ülkeyi bulma telaşında
Tehlikelere korkmadan göğüs gererek o yalnız gergedan gibi
yol aldım.
Benim için veba, verem, acı var; Yara korku, hastalık!
Bu korkuyu mutluluğun damağında görerek o yalnız gergedan
gibi yol aldım.
Sıcak, soğuk, açlık, susuzluk, fırtına, güneş, at sinekleri,
yılanlar:
Birsine ve hepsine galip gelerek o yalnız gergedan gibi yol
aldım.
Azgın bir fil gibi, nilüferin yanağında ormanın bir
köşesinde yalnız kalmak istediği için sürüden ayrılıveren o yalnız gergedan
gibi yol aldım.
Hırs gitmiş, riya gitmiş, ihtiyaç, haset gitmiş, tutkularını
ve hayallerini hepten yele vermiş, yere dikilmiş gözlerle hiç beklemeden , ne
iğrençleşen, ne yanan bir gönülle , ne halkın efendisi, ne padişahın kölesi, bu
dünyanın oyunları, sevinçleri, neşeleri, bütün bunlara el atmış herkesten yüz
çevirmiş gövdelerin zehiriyle diri, rüzgar gibi tuzaklara düşmeden nilüfer gibi
suya bulaşmadan ‘ güneşin yakını’ sözünü canla duymuş o yalnız gergedan gibi
yol aldım.’’ –s. 438 ( Doğru Yolculuk
hakkında bir Budist şiiri biraz değişiklik ve özetle)
‘’ Ey Apollo’ nun yanık ruhu! Ben bu testileri nasıl
doldurayım da susamış olan senin eline vereyim? Ey bu pazarın kirli ırmağı yanı
başında akan! Biliyorum, susuzsun, ama bu denizi testiye doldurmak imkansız.
Kaç yudum umuyorsun? Ama olmaz, bu denizden yudum yudum su almak imkansız.’’
–s.444