‘’Yabancılaşmanın
tek panzehiri,yabancılaşmanın devam ettirilmesidir..’’Yabancılaşmaya karşı
sığınılacak bir ideoloji,hayal,fantezi alanı kurmaktan,aidiyet,kimlik
politikalarına sarılmaktan kurtulmanın tek yolu bu..Üretim güçlerinden,maddeden
kopmuş biricik sınıf burjuva güruhu değil artık.Kölelerin efendilerini devirmek
için elleri yok;burada söz konusu olan ‘yanlış bilinç’gibi arkaik kavramlar da
değil;daha çok bir toplu simgesel bombardıman hali…Bedene bağlı olmayan
ellerin(o ellerin nereye bağlı olduklarını kimse kestiremiyor artık)otomatik
olarak ne ürettiklerini kimse kestiremiyor.Çünkü bir zamanlar irade
dediğimiz,faili belli olan sembolik eylem biçiminin yerini,sembolizmin
kıskıvrak yakaladığı bilinç,cortexte toplanan bir aşırı bilinçlenme ,sarmalanma,hapsolma,yalnızca
dille kurulabilen bir kişilik örgütlenmesi,dilin var olmayı göze alamayan ve
asla bünyeye,içimize,kendimize mal edemediğimiz bir ‘ifade etme’çılgınlığı
almış durumda.Dil öncesine ait sessizlikle dil arasındaki,metayla üretim
güçleri arasındaki mesafe o kadar az hatta yok olmuş durumdaki kimse ne
toplumsal varlığıyla kendi ruhu ne de satın aldığı ya da ürettiği masayla
sıradan bir ağaç arasında herhangi bir ilişki kuramıyor.Ama daha da korkuncu
tüm bu bombardımanın imgesel olana,dürtüsel tarafımıza,dil öncesine,işitmeye ve
temasa dayanan hayatımıza,emmeye,ısırmaya ve yok etmeye dayanan karanlık
geçmişimize yönelik olarak,yine dürtüsel bir yasaya,kapitalizmin dürtüsüne göre
ayarlanmış olması.Öylesine tuhaf ki:dilsizlik kendini bir dil olarak,imgesel
olan kendini kusursuz bir sembol olarak dayatıyor ve başarılı
oluyor.Dolayısıyla dil bu ikiye katlanmış gücüyle yepyeni bir psikoz alanı
açmış durumda:gösterenine dokunamayan gösterilenler,kendine dokunamayan
söz,bedenin farkında olmayan zihin,duygularına dokunamayan duygular,maddesine
dokunamayan işçiler..Kısacası toplum bir uyuşma hali ama sonucu yıkıma
varan,zaten ancak bu şekilde kendinin farkına varabilecek bir şiddet kültürü
bu.’’-b.d.-
31 Mayıs 2013 Cuma
26 Mayıs 2013 Pazar
‘bir tavuk
hastalanınca artık yumurtlamaz.yapacak bir şey yoktur.ama günün birinde
ölümünün yaklaştığını hissederek uyanır.ölecektir yakında.ne yapar o
zaman?yeniden yumurtlamaya başlar,taa ki ölene kadar.biz de bu tavuk gibiyiz
işte.’’j.b.
‘’..biri,olayı görür;kendini görür;kendini olayı görürken
görür,kendini olayı gören başkalarını görürken görür ki;bu başkaları da belki
kendilerini olayı görürken görmektedir.demek ki icra,icracılar ve izleyiciler
vardır;ve kendini gören bir kendi vardır ki,bu icracı,izleyici ya da
izleyicilerin izleyicisi olabilir..’’r.s.
..’’dünya köyünü
Maya’nın peçesi örtmüş.kaşlarının üstünde şaşkınlığın gölgesi.konuştuğumuz
sadece oyun değil;hayali şeyler galaksisinde içkin dünya oyunu..’’h.b.
‘
’iki adam gökte bir
deliğe geldiler.
‘beni omuzlayıver’
dedi biri ötekine…
ama her şey öylesine
güzeldi ki cennette
delikten içeri bakan
adam unutuverdi her şeyi,peşi sıra çekmeye söz verdiği yoldaşını.
ve dalıp içeri
delikten
cennetin saltanatına
doğru koşarak gözden yitti.’’c.s.
annem..
‘’…Gözleri
buğulanıyor,elleri titriyor artık,veda vakti geliyor.O zaman başlangıç töreni
gerçekleşiyor:Yaşlı çömlekçi genç çömlekçiye çıkardığı en iyi işi
sunuyor.Kuzeydoğu Amerika yerlileri arasında gelenek böyle emrediyor;giden
sanatçı ustalık eserini başlayan sanatçıya teslim ediyor.Ve genç çömlekçi bu
mükemmel küpü izlemek ya da örnek almak için saklamıyor,onu yere vuruyor,bin
parçaya ayırıyor,sonra parçaları toplayıp kendi kiline katıyor.
…Bir sığınak mı bir
ana karnı mı?Yağmurdan boğulacak,soğuktan donacak,rüzgardan ikiye ayrılacak
gibi olduğunda seni saklayacak gizli bir köşe mi?Önümüzde harika bir geçmiş mi
var?Rüzgara tutkun denizciler için bellek,yola çıkılacak bir limandır.
…Ütücünün derisi
dümdüzdür.Kırık şemsiye tamircisi uzun ve sivri kafalıdır.Tavuk satıcısı
tüyleri yolunmuş bir tavuğa benzer.Engizisyoncunun gözleri şeytanca
parlar.Tefecinin gözkapakları arasında iki bozuk para durur.Saatçinin bıyıkları
saati gösterir.Kapıcının elinde anahtar vardır,parmak yerine.Gardiyanın yüzü
hapishane kaçkını gibidir,psikiyatrınki deli.Avcı,izini sürdüğü hayvana
dönüşür.Zaman,aşıkları ikiz kardeşlere benzetir.Köpek kendisini gezdiren adamı
gezdirir.İşkence işkencecinin düşlerine işkence eder.Aynadaki mecazla
karşılaşan şair kaçar.’’(-Eduardo Galeano/Yürüyen Kelimeler-)
Eskimeyen zamanların eskimeyen kareleri..Renk değiştiren
tenler ve değişime uğrayan bakışaltı incelikleri.Bakangör’ler miydik zamanın
bölünmüş hücrelerinde?Tasvirinde ulamalar yerinden edilirdi belirsizliklere
inat.Uzak bir dağ köyünde unutulmuş yüzlerin soru sormaktan vazgeçişlerindeydi
suskunluklarımızın anlamı.Yenilendikçe zamana meydan okuyan yüzler..İnce ince
örülmüş el emeklerinde suskunluk izlerini taşırdı,her bir düğümde dakikalara
serüvenler yazılırdı.Her işlemede yeni anılar eklenirdi belki sonradan
unutulacağını bile bile.
Anılar biriktirilirdi defterlerde,kenarlarına güzelim
fotoğraflar yapıştırılır ve ismi yazılan kişi özel hissederdi kendini. Çünkü
kendi için özel bir sayfa ayrılmıştı bilirdi o insan için ne kadar önemli olduğunu.Bildiği en güzel cümleleri
yazardı en güzel yazısıyla..Şimdi ben açıp bakıyorum annemin çok önceden
sakladığı bu deftere ve siyah beyaz fotoğraflara,baktıkça zamanı geriye alıp
olanca gücümle düşünmeye başlıyorum..Ve ben de o zamanlarda yaşamış olmayı istiyorum
belki içten içe…
‘siz daha bitmediniz
mi?’
25 Mayıs 2013 Cumartesi
'ot'misali..
yanılsamaların değişken rengindedir koyu misillemeler
her açılışın ardında gizlenen iç yıkıntılar.sessizliğinde
sandığı gökyüzünün aniden patlayıp tüm zehrini kusmasıydı .
‘‘her katilin bir
hikayesi vardır,
O hikaye ki,size
insanı anlatır.’’
‘’karakteri karakter yapan,sayılamayan,görülemeyen,
Sıralanamayan,habire değişen özelliklerinden bahsediyorum;örneğin
yardımsever olmasından,öldürme dürtüsünden,kıskançlığından,korkaklığından,kendisini
ilgilendirmeyen işlere burnunu sokmasından,idealistliğinden,sadece kendini
düşünmesinden,nedensiz yere kötülük yapmasından,acı çekmekten
hoşlanmasından,durup dururken yalan söylemesinden ,şahane bir hayat sürerken her şeyi bırakıp
kaçmasından,çirkinliğiyle övünmesinden,acı çekmekten zevk almasından,dört rakamlı sayıları
kafasında çarpıp bölebildiği halde alışverişe çıktığında
kazıklanmasından,gözünü kırpmadan insanları öldürdüğü halde ayağı kırık bir
kediyi gördüğünde gözyaşlarını tutamamasından,daha akla hayale sığmayacak
yüzlerce niteliğinden.bu niteliklerin somut bir kahramanda iç içe
geçerek,olaylar karşısında değişmesinden,gelişmesinden söz ediyorum.’’-insanın ruh haritası-
‘’gök,ceviz kabuğu
kadar sert bugün.ve gecenin ormanından ağaçlar deviriyor tanrı.buduyor ve birer
birer biçiyor onları.ağzının kenarında çiviler.hafif aralık dudakları.tak,tak,tak.çakıyor tahta
parçalarını evrenin avlusunda sesler duyulacak son büyük şarkı.tabutlara koyuyor
tanrı.dönüp arkasına bakmayı bile.vakti kalmayan insanları.sıra senin düşün be adam yanına alacaklarını almayacakların.içimdeki
insanların hepsi içimdeki soruların hepsi bu tabutlardan birine sığar mı?-c.k-
14 Mayıs 2013 Salı
‘’yoksunluğun içinde bir tiran hırçınlığı beslemek,içe
atılmış bir zalimliğin altında soluksuz kalmak,kendinden nefret
etmek;katledecek emir kulu,korku salacak imparatorluk noksanlığından,fakir bir
Tiberius olmak..
Sezar mı?Don Kişot mu?Kendimi beğenmişliğim içinde,ikisinden
hangisini örnek almak istiyordum?Önemi yok.Olay şu ki,uzak bir diyardan,dünyayı
fethetmek için yola çıktım;dünyanın bütün tereddütlerini..
Akli dengesi bozuk olanların sayısını birkaç misline
çıkarmak,zihinsel özürlüleri vahimleştirmek,şehrin her köşesinde akıl
hastaneleri inşa etmek mi istiyorsunuz?-Sövme-yi yasak edin.
Avamı,hayal kırıklığına uğramayı reddedişi kadar hiçbir şey
ele vermez.
Ölüm arzusu yegane tasam oldu;ona her şeyi feda ettim,ölümü
bile.
Her derin tecrübe fizyoloji terimleriyle dile gelir.
..Kendimi yeryüzünün en mutsuz varlığı zannetme küstahlığı
olmamış olsaydı,çoktan çökerdim.
Çekilip oyunu bırakmak niye?Hayal kırıklığına uğratacak daha
onca varlık varken..
Evreni ateşe vermeyi düşledin;ve alevini kelimelere geçirmeyi,bir
tekini tutuşturmayı bile başaramadın.
Ötekilerden uzaklaşmanın en iyi yolu,onları
yenilgilerimizden zevk almaya davet etmektir;sonra ömrümüzün kalan kısmında
onlardan nefret edeceğimizden emin olabiliriz.
Acıyı es geçmek,onu zevkine düşkünlük seviyesine
indirmek-içebakışın sahtekarlığı,titizlerin dalaveresi,inilti diplomasisi.
Güneş karşısındaki konumum bu kadar sık değiştikçe,ona ne
muamelesi yapacağımı bilemiyorum.
Ancak bir kader sahibi olma mecburiyetinden kaçıldığı zaman
günlerde bir tat bulunur.
Tanrı ya da kendimiz dışında ne hakkında dürüstlükle
konuşabiliriz.
İnsanların kusurlarından da faziletlerinden de kaçmadan
sakınılamaz.Böylece bilgelik yoluyla harap olunur.
Bana hiç aldanmamış olma kuruntusunu veren,hiçbir şeyi aynı
anda nefret etmeden sevmiş olmamamdır.
İnsan otuzunu geçtiğinde,olaylarla bir gökbilimcinin
dedikodularla ilgilenmesinden fazla ilgilenmemelidir.
Hayat-maddenin o gösteriş düşkünlüğü.
Hırçın bir kafa yapısına sahip olanlar mı?Ötekilerle
alışverişlerinde saçıp savurdukları neşeliliğin acısını düşüncelerinden
çıkaranlardır.
Nesnel olacaksın!-her şeye inanan nihilistin bedduası.
Tiksintilerimizin doruk noktasında,bir sıçan beynimize düş
kurmak için girmiş gibidir.
Mukadderat fikrinin üzerine öyle titredim ki,onu öyle
fedakarlıklar pahasına besledim ki sonunda cisimleşti:Bir soyutlamayken,işte
kıpırdanıyor,önümde dikliyor ve ona verdiğim hayatın olanca ağırlığıyla beni
eziyor.’’-cioran-
12 Mayıs 2013 Pazar
çocuk,boya,resim,kadın,hayal
''Hayalinden daha eksik olma,beni utandırma.''-e.t.-
Ben’ler ve Çocuk(biz)-Çocukların kalemiyle insanların
gözlerindeki mutluluğu görebilmek.Her bir çizgi ile konuşan yüzler..Belki de
olmak istedikleri,yarınlarda görmek istedikleri..El çırpar gökyüzü’m’ün
mavimsiliğine..Geride bırakıp öfke nöbetlerini yanındaki arkadaşına gülümser..
Özenle sakladığı kağıtlara çizerken zihnindeki yüzleri,kurumasını
bekler boyalı ellerinin,bir yandan yüzüne sürer ellerini..Yüzünde şekiller
belirir aniden..Gülümseriz mutluluğu çağırırcasına..
Kadın-Hayalin parmaklarında şekil bulurken bir fincan toprak
içmek ister kalbin..Bardağın dibinde beklettiğin hayallerin daha fazla
bekleyemez..Tıkanıklığın,yollarda izler bırakan parmak uçlarındadır.Çağırır seni
uluorta biriken kusmak isteyen yeşilimsi damarların.
Yine Kadın-Ömründen ömür çürüterek ovalaya ovalaya
bitirilemeyen mermerlerin parlaklığı yüzüne vurur tüm çıplaklığını,aynaya
bakarken dahi göremediklerini o esnada görür belki de..-daha ne kadar ömrünü
çürütecekti yerleri ovalamak ile.Siyah perdelerde gölgeler belirir aniden çekip
koparır tüm siyahlığı,siyahiye inat..Sıhhatli cümleler kurulur
yanıbaşında..’Bakinsanevladımlı’cümleleri kuluçkaya yatmıştır onun
için.Yetiştirdiği bitkilere bile bir bakış yeterdi de neden?ini devamını kurmaktan
bu cümlenin ağzı bile şekil değiştiryordu.Dilini yutmaktan korktuğu dakikada.Elinden
bırakamazdı hayalinde gördüğü kendini,salıveremezdi’talat’ın ‘talatsızlığına..’
Çocuk-O esnada seni izler,göremezsin..Elindeki resim ve
değişik şekillere bürünen boyalar neler hatırlatır belki de nefesin nefessiz
kaldığı dakikada.Adalar yer değiştiriyordu,dünyanın yörüngesinde değişiklikler
kaydediyordu,kayıtsızlıklar.Renkler renksiz olmak için mitinge doğru yol
aldılar.Renkler de şikayetçi’kuzuluktan’.Çocuğun hayali demir tozu yutan
insanların arasından geçiyordu.Caddede,kimliksiz caddelerde uzanmıştı gazete
kağıtlarına sarmalanan yerdeydi hayali.Orada geceleri uyuyan adamın sakalında
dans eden sineklerin kanatlarındaydı.Soru işaretlerini ters çeviriyordu not defterinde.Tersten
çizikler atıyordu’sorularının sorumsuz sorunsalı’nın üzerine yine.
11 Mayıs 2013 Cumartesi
Sen ve Ben
‘Bir bilge uykuya
daldığında
Ne böyle yapması
gerektiği için
Ne de böyle olmasını
istediği için
Yalnızca uykusu
geldiği için uyur.’
‘eğer kalabalıktaysan ama yalnızsan herkese çok yakınsan ama
bir o kadar da uzak,gülümsüyorsan içinde derin buruk bir boşluk varken.Yapacak
çok şeyin varsa fakat hepsini yapacak kadar vaktin olmadığını düşündüğünden her
şeyi yarım bırakıyorsan..ben de senin gibiyim,belki de seninle
duruyorum,yanında ya da yanında hissedeceğin bir yerde.şimdi sana beni
anlatacağım ya da bendeki seni.
Şimdi ben buradayım.iki elinin arasında tuttuğun kitapta
değil,kafandayım,orada yarattığında..o her nasılsa ve ne yapıyorsa ben
oradayım.bu bir tesadüf değil anlayacaksın.benden alabileceklerini ,sonrasında
aldıklarını sadece sen bileceksin.bu bir başlangıç..
Yüreğinin sesini duyuyorum,arayışını biliyorum.bedenimi,ruhumu
sonuna kadar açtım.ruhum benim liderim.yaşamın hesap defterini kapatıp izlemek
yerine yaşamaya başladığın an neleri hissedeceğini hissetmek,benim varoluşumun
ta kendisi..gel hadi anlatacağım,sonra da gideceğim.’
‘hiçbir şey için doğru ya da yanlış demeyeceğim sana..ben,duygularının
peşinde gidenim.sen,her
doğrularımızla,yanlışlarımızla,günahlarımızla,utandıklarımız,gurur
duyduklarımızla bir bütünüz.hepsi kabulüm.sen karşıma çıktığında da
kabulüm,kendimle kaldığımda da kabulüm.senin için de benim için de…hepimiz düşeriz,çarparız,kırılırız,dağılırız..sonra
yeniden toparlanır,bir başka zamanda yine boşluğa savruluruz.insanız..böyle
büyür,böyle olgunlaşır,böylece kendimizi buluruz..her yeni dirilişte biraz daha
güçlenir,taşlar yerine biraz daha oturur…
Sigaramı,bardağımı,şarabımı,eşyalarımı her şeyimi
bırakıyorum.uğrunda gecelerimi verdiğim,sevdiklerimle duvarlarını boyadığım
evimi bırakıyorum.ben boyut değiştirirken bir kez daha seni uykundan
uyandırmaya çalışıyorum uyanmayacağını bile bile..’-s.87.88.-
Okuduktan sonra bir süre düşündüğüm ve sürekli notlar
aldığım bir kitap oldu benim için.Belki biraz geç tanıştım Aret ile ama sonuçta
tanımış olmak da güzel.Her kitabın,şarkının ve kokunun ayrı bir yeri vardır ya
hani.Benim için de bu kitabın ayrı bir yeri oldu.Arkadaşımın başlattığı bir
uygulama.Ve her ay okuduğumuz,beğendiğimiz kitapları ödünç olarak birbirimize
göndermeye karar verdik.Daha bir başka okuyorsunuz,onun okurken altını çizdiği
yerler ve sayfalara iliştirdiği notlar.Sizlere de tavsiye edebilirim..
9 Mayıs 2013 Perşembe
Yakamdaki Yüzler
‘Her birinin öyküsünde ayrı bir yaşam dersi bulduğum
kahramanlarım’ diye niteleyen yazar alfabetik sıraya göre hayatında önemli yeri
olan insanları anlatmaya çalışmış.Kimi zaman sitemli kimi zaman buruk bir
şeklide karşımıza çıkıyor. Onlara karşı duyduğu sevgiyi,saygıyı bu kitapta
anlatmaya çalışmış.Belki de bizlerin de unuttuğu isimlerin aslında ne kadar
önemli işler yaptıklarını hatırlatması açısından okunabilir..
‘Sokakta rüzgar esiyor/Ve ben çiçeklerin çiftleşmesini
düşünüyorum/Cılız,kansız saplarıyla goncaları/Ve bu veremli yorgun zamanı../Bir
adam ıslak ağaçların yanından geçiyor/Damarlarının mavi urganı/Ölü yılanlar
gibi boynunun iki yanından/Yukarı süzülmüş.
Üzgün cenazeler/Suskun düşünür cenazeler/Güler yüzlü,güzel
giysili,obur cenazeler/Ve bu dur düdüklerinin sesi/Zamanın dişlisi altında bir
adamın ezilmesi../Gerektiği,gerektiği,gerektiği bir anda/Islak ağaçların
yanından geçen o adam../-f.-
….
‘Şaşırıyoruz kuşların uçuşuna/Rüzgara ve çiçek
kokusuna/Kendimize uzak bir rüzgarız biz/Bir başka alemde/Kendimiz olmadan
eseriz./
Dokunmaz kendi rüzgarımız bize/Elimiz elimize../Bizsiz yağar
yağmur/Kuşlar bizsiz uçar,çiçek bizsiz../Biz,bizsiz./
Şöyle biraz coşup çıldırsak ‘Dur’deriz,’Dur biraz..’/Üstüne
kuş konmayan ağaçlar gibi/Durduğumuz
yerde ölüp gideriz../-d.-
‘Ey iki adımlık yer küre/Senin bütün arka bahçelerini gördüm
ben..’-n.m.-
7 Mayıs 2013 Salı
‘bir şeylerin eksik olması,yokluk,kıtlık..ihtiyaç ve üretim
fantazmı..bir toplum bunu kodlayabilir.toplumun kodlayamayacağı şey,bu şeyin
ortaya çıktığı’an’dır.ya da kendi kendine;’şu herifler de kim orda!’dediği
andır.o zaman ilk anda zor aygıtı harekete geçer ,eğer bu kodlanamazsa yok
edilmeye çalışılacaktır.ikinci bir anda,iyi kötü bir şekilde yeniden kodlamaya
olanak verecek olan yeni aksiyomlar bulmaya çalışılır.’-deleuze-
6 Mayıs 2013 Pazartesi
Agatha'nın Anahtarı
Agatha Christie’nin Pera Palas günleri…Yazarın
İstanbul tutkusu. Aşkın çılgınlaştırdığı evli bir adam. Kıskançlıklar,
bencillikler ve kusursuz bir cinayet.Christie’den Başkomiser Nevzat’a gizemli
cinayet vakaları.Cinayetlerin ardındaki
insan öyküleri.Defalarca televizyon dizilerine çekilmiş Başkomiser
Nevzat’ın polisiye öyküleri.
“Evet, öyle düşünüyorum.Tasarlanmış cinayet
iyi bir organizasyonu gerektirir.Zamanın, mekânın, cinayet aletinin doğru
seçilmesi, ortalıkta kanıt bırakılmaması ya da sahte kanıtların bırakılması
gibi zekâ gerektiren davranışların yanında, birini öldürebilecek kadar
soğukkanlı bir cesarete veya vahşiliğe sahip olmalıdır insan. Konuşurken,
yazarken basit olgularmış gibi görünen bu gereklilikler cinayet anında yerine
getirilmesi oldukça zor eylemler haline gelebilir. Hele bir de cinayet anında
sürprizlerin ortaya çıktığını düşünürsek..Evet evet, bundan eminim, bence
kusursuz cinayet yoktur.”
Ahmet Ümit’in kendine özgü anlatımı ile
sürükleyici bir kitap.Öykülerini okurken artık pek şaşırmadığımı fark ettim
çünkü artık beklenmedik şekilde sonuçlanan olayların ardındaki sırların farklı
olabileceğine zihnim alıştı.Belki biraz duyarsızlıkla belki de biraz merak ile
okudum.Kısa sürede okuyup yutulabilecek türden.Macera tutkunlarına
önerebilirim.
4 Mayıs 2013 Cumartesi
düşünsel
Yelkovan kımıldadı,
hayat saatim soluk aldı, – ömrümde duymadığım bir sessizlik vardı çevremde;
yüreğim yılgıya kapıldı.
Yalnız gezerdim; o
yanlış yollarda gönlüm neye acıkırdı geceleyin? Dağlara tırmanırdım; kimdi sen
değilsen, aradığım dağbaşlarında?
Gürültüler ve gök
gürlemeleri ve fırtına sağanakları, bundan, bu sakıngan, kuşkulu kedi
dinlenmesinden yeğdir gözümde; kişiler arasında da usul basanlara, yarım
yamalak kişilere hınç bağlarım en çok, kuşkulanan, durumsayan, geçen bulutlara.
Yüreklilik en iyi
öldürendir: yüreklilik, acımayı dahi öldürür. Oysa acıma, en derin uçurumdur:
kişi, hayatı nice derinliğine görürse, onca derinliğine görür acı çekmeyi de.
Ama yüreklilik en
iyi öldürendir, saldırgan yüreklilik: ölümü dahi öldürür o; çünkü der: “Bu
muydu hayat? Peki öyleyse! Bir daha!”
Akşamları ateşin
başına oturduklarında hep beni konuşurlar, ama hiç biri beni düşünmez.
Onlar, gerçekte en
çok bir şeyi isterler: kimsenin kendilerine zarar vermemesini. Böylece herkesin
hoşuna gitmek, herkesi hoş tutmak isterler.
Ama “erdem” deseler
de, ödlekliktir bu.
Ah bu iyiler! İyi
kişiler gerçeği hiç söylemezler. Bu türlü iyi olmak, ruh için sayrılıktır.
Baş eğer bu iyiler,
teslim olurlar; yürekleri öykünür, canları söz dinler; oysa söz dinleyen,
kendini dinlemez!
Her bilgi, tedirgin
vicdanın dibinde yeşermiştir şimdiye dek! Parçalayın ey gören kişiler,
parçalayın eski levhaları!
Ah, bütün yarım
istemleri bıraksanız da, eylemde olduğu gibi, tembellikte de tam kararlı
olsanız!
Kimine göre
yalnızlık, sayrı kişinin kaçışıdır; kimine göre de, sayrı kişilerden kaçıştır.
Ve kötüler ne kadar
zarar verirlerse versinler, iyilerin verdiği zarar en zararlı zarardır.
İyilerin
aptallığında dipsiz bir kurnazlık vardır.
İyiler, kendi
erdemlerini bulanı çarmıha germek zorundadırlar! Yaratıcıdan nefret ederler en
çok, levhaları ve eski değerleri altüst edenden, bozandan, – yasa bozan derler
ona. Çünkü iyiler, yaratamazlar; onlar hep sonun başlangıcıdırlar. İyiler
yalancı kıyılar, yalancı güvenlikler öğrettiler size; iyilerin yalanları içre
doğup büyüdünüz siz. Her şey iyiler eliyle baştan aşağı burulmuş,
çarpıtılmıştır.
Birçok şeyi yarım
yamalak bilmektense, hiç bilmemek daha iyidir! Başkalarının düşünceleriyle
bilgelik etmektense, kendi hesabına delilik etmek daha iyidir!
Ben büyük
horgörenleri severim. İnsan altedilmesi gereken bir şeydir. Boyun eğmektense
umutsuzluğa düşün daha iyi.
Friedrich Nietzche,
Böyle Buyurdu Zerdüşt,
3 Mayıs 2013 Cuma
Muz Sesleri
Kitabın adı:Muz Sesleri
Yazar:Ece Temelkuran
Yayın:Everest
Sayfa:359
‘onu ağustosta muz
tarlalarına götürecektim.Muz seslerini dinleyecekti.Nasıl sevineceğini,hayret
edeceğini düşündükçe..’
Ece Temelkuran,kalplerin yağmalandığı yerden anlatıyor
hikayesini;Ortadoğu’dan.bizden alıp döküntülerini iade ettikleri hikayelerimizi
geri almak için..acılarımızı..yağmalandıkça kapattığın kalbini aç şimdi .çünkü
bu senin hikayen.sen de Ortadoğulusun..
Normal hayatımıza devam ederken bir yerlerde yüreklerin
sızladığı ve her an ölümle yüz yüze kalındığına tanık oluyoruz.Sadece okuduğumuz
sayfalarda duyuyoruz belki de..Satır aralarındaki yüzler çok tanıdık nedense..
‘dilini bilmediği bir yerde ağlamak fenadır.çünkü seni,senin
dilinde susturacak kimse yoktur.böyle ağlayınca da kendisininkinden başka bir
dilde susturulamaz insan..’-s.92-
‘nasıl ayakta kaldığımızı düşünüyorum Filipina.Belki
zeytinyağında bir şey vardır,yeşil zeytinde,humusta ya da labnede,tahinde.hepsi
bir araya gelince,nesiller boyu biz yurtsuzları ayakta tutan bir simya
yaratıyor olmalılar.çünkü bütün bu olup bitenleri,bu kampta,Beyrut’ta
gördüklerimi insanın direnme gücüyle açıklayamıyorum.kimbilir belki de
ellerimizle yediğimiz içindir.bütün bir hayatı,dokunduklarımızın
tamamını,birbirimizin dokunduklarını da yiyoruz ekmeğimizle beraber.belki
çocuklar böylece aşılanıyorlar bu hayatta.savaşı,büyüklerin ellerinden yemeye
başlıyorlar.kalaşnikofları,kum torbalarını,haşhaşı, ve korkunun terini.ellerden
ekmeklere,ekmeklerden çocuklara,çocuklardan komandolara doğru akıp gidiyor bir
aşı.yoksa düşünüyorum,nasıl?durmadan aşılıyoruz birbirimizi,böyle böyle
dayanıyoruz biz bu savaşa.’-s.118-
‘dişi kırık bir ipekböceğinden bir kelebeğe
dönüştü.yıkıntılar arasında bir hiç kimseydi artık.kaderini bir kalaşnikofla
öldürmüştü.hiçkimse olmaya cesaret et Filipina.hikayeler orada başlar ,
dişlerinin kırıldığı yerde…’-s.94-
‘Beyrut iki savaş arasındaki o mutlak sıkıntı,aynen böyle
olacak dünya.iki bomba arasındaki bekleyiş..çünkü bir kez başladığında
savaş,barış sadece bir sonraki savaşı bekletir.herkesin hiç kimse olduğu ve
tanrıların insanların ağızlarını kan tükürmek için kullandığı,herkesin
birbirinin kurşunun kolladığı bir yok-yer.gürültüsü bitince sadece uykuya dalan
bir savaş.kendini hayal eden daha hayalinin ucu kaçarken başka bir rüyaya atlayan
bir kalabalık.Beyrut,birini,kendini sevmek kararı;daha başlamadan kesik süt
gibi insanın eline gelen.Beyrut,biz böyle görüyoruz bu kıyıdan ,bir gün dünyayı
ele geçirecek.çünkü dünya Beyrut olmak istiyor..’-s. 324-
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)