‘ey yağmurlar, yıkayın insanın
yüreğinde o en güzel sözlerini insanın : en güzel deyişleri, en güzel ayetleri,
en iyi kurulmuş tümceleri, en güzel yazılmış sayfaları. Yıkayın, yıkayın
insanın yüreğindeki yanık havalardan, ağıtlardan aldığı tadı; çoban
türkülerinden, rondolardan aldığı tadı; yıkayın en başarılı anlatımları, attika
söyleyişinin tuzunu, yapmacıklı söyleyişin balını, yıkayın, yıkayın düş
çarşaflarını, bilginin samanını: yadsıma bilmeyen adamın yüreğinde, tiksinme
bilmeyen adamın yüreğinde yıkayın, yıkayın ey yağmurlar, insana bağışlanmış en
güzel şeyleri… usun büyük yapıtları için en yetenekli insanların yüreğinde…’-j.p.-
.....
“Karışmış ruhum için uzak işlere, köpek havlamalarıyla canlanmış
kentlerin o yüz ateşi…
Yalnızlık! Deli dolu yanlılarımız çok övüyordu bizim
tutumlarımızı, ama düşüncelerimiz şimdilik başka duvarlar altında konaklıyordu
:
‘hiç kimse beklesin demedim… iğreniyorum hepinizden tatlılıkla..
hem ne demeli bu bizden çıkardığınız şarkıya?’
Ölü denizlere götürülecek bir görüntü kalabalığının
sürücüsü, gözlerimizi yıkayacak gece suyu nerede bulunur?
Yalnızlık!… Yıldız sürüleri geçiyor kıyısından dünyanın,
mutfaklara katarak evcil bir yıldızı.
Birleşik kralları göğün savaş sürdürüyor çatımda ve, o yukarıların
efendileri yerleştiriyor tepeme otağlarını..
Bir başıma gideyim esintileriyle gecenin, yergici prensler
arasında, ‘biélide’ yıldızlarının düşüşü arasında!…
Sessizce bitişmiş ruh ölülerin ziftine! İğnelerle dikilmiş göz
kapaklarımız. Övülmüş bekleyiş kirpiklerimizin altında!
Gece veriyor sütünü, iyi sakınmalı bundan, ve baldan bir parmak
gezinmeli dudaklarında savurganın :
‘kadının meyvesi, ey sabâlı!…’ ele vererek en az kanayan ruhu ve
kalkıp o yalın vebalarından gecenin, doğrulacağım düşüncelerimde etkinliğine
karşı düşün; geçip gideceğim yaban kazlarıyla, yavan kokusunda sabahın…
-Ha! Karangu olmakla yıldız hizmetçiler mahallesinde, bilir miydik
ki çoktandır bir sürü yeni mızrak kovalıyordu çölde yazın silis tuzlarını?
‘anlatıyordun, tan…’ ölü denizlerin kıyılarında suyla kutsanış.
Sonsuz mevsim içre çırılçıplak yatanlar kalabalıkla kalktılar
toprakta –kalabalıkla kalktılar ve çığrıştılar zırvadır diye bu dünya!… ihtiyar
göz kapaklarını kımıldatıyor sarı ışıkta; tırmığının üstünde geriniyor kadın;
Ve yapış yapış tay koyuyor tüylü çenesini çocuğun eline, daha bir
gözünü patlatmayı düşünmeyen çocuğun…
‘Yalnızlık! Hiç kimseye beklesin demedim.. canım istedi mi
gideceğim oraya… –ve giyinip kuşanmış yabancı yeni düşüncelerini, yandaşlardan
oluyor gene sessizlik yollarında : gözü bir tükürükle dolu,
Kendisinde yok artık insan özü. Topraksa kanatlı tohumlarıyla,
kendi tasarılarındaki bir ozan gibi , yolculuktadır…”-j.p.-