Gecenin bağrındaki kör bağrışmalar muhtelif cinayetlere
gebedir. Masalların başladığı yerde haykırışlar sunulur neon lambalardan. Tiz
sesli bir çocuk müptelası olur ipeğimsi yüzlerin. Ufukta beliren,
gördüklerimizin çok ötesinde kalır. Bilinir mi üstü çizilen her sözcük
yalnızlığa eştir. Kentin bütün kapıları kapanmıştır şimdi. Çünkü gecedir,
ayazdır. Geceleri hep ayaz olur bu şehirde. Kör, sağır, yorulmak bilmeyen bir
yalnızlıktır bizim akşamlarımızda ağırladığımız. Her gece bekleriz yalnızlığımızda. Dile gelen her yakarış, sessizliği seçmiştir en başında. Birden
sessizliğini bozar, tekrardan suskunlaşır yakarışlarımız.
‘Belki değil mutlak
onurlu yaşardık ’ diyen bir şarkıdan esinleniriz. Renkli kalemlerle
çiziyorduk altını bize ortak olan tümcelerin. Kumral bir serzeniştir çalakalem
yazdıklarımız. Bilmediğimiz şehirler çeker bizi, biraz da tadı gelir aslında
dilimize. Sanki düşünürken hissetmişiz de sonra bir anda yok oluvermiş.
( Beklentilerimiz ne
zamandan beri ‘ senaryo’ olarak nitelendirildi ki? Evet belki de senaryo.
Gerçekliğinden şüphe duyduğumuz
durumlarda beklentilerimiz artardı. Bu beklentiler, reel olmayanlara
göre ‘senaryo’ dur. Öyleyse gerçeklik nedir? )
Gündelik konuşmanın ötesindeki adımlarla yol alırdık
akşamlara doğru. Hızlandıkça rüzgar bizi dinlerdi. Bembeyaz sayfalar bizi
beklerdi, tırnaklarımızda beliren mürekkep izleri geceye yeni şarkılar
mırıldanırdı biz duymazken. Karamsar bir kız çocuğunun yeniden umuda kapısını
aralaması gibiydik..
Mahkumları gördükçe sesi her geçen gün değişen sesi dinlerdim sonra. Kırılmış, yaşanılanları gördükçe elleri
titremiş, onlara dokunmaya çalışıp bir şeyler yapamamanın verdiği ‘ yetememezlik ’ ile canlılığını yitirmiş bir
ses. Sesler çok şey anlatırdı. Verilen sözlerin yok oluşuna tanıklık eden,
gizli kalmış hislerin yoğunluğunda kesiliveren… Son anda gün yüzüne çıkan yine
seslerdi.. Seslerin de bir rengi vardı. Sesler kimi zaman karışır ebruli bir
hal alırdı. Ardından yağmur yağar tüm şehir kendine gelirdi. Biraz da yosun
kokardı. Gökyüzü daha çok eşlik ederdi bize. Bir sözcükten esinlenip hikayeler
yazan kadın belirirdi yanımızda. Titrek elleriyle tuttuğu fincanı ve kahveyi
içerken ki buğulu bakışları o kadar esrarengiz gelirdi ki bize.. Bir filmin
karesi içinde hissederdik kendimizi..
Masalarda bıraktığımız kahve ve çaylarımız tanıktı vurgun
yemiş sevgilerimize. Bir de sigaralarımızı söndürdüğümüz bardaklar. Yazdıkça
kalemimiz tükenirdi, bizim gibi. Tarih yazmayı unutuyorduk duvarlarımıza.
Kitaplarımızı yarıştırırdık bir de yarım bırakılan düşlerimizi tamamlamaya
çalışırdık.. Hangi hengameden sağ çıkmıştı ki düşlerimiz yoksa hala boğuşuyor
muyduk?
Yangın yerlerine doğru giderdik. Karabasanlı gecelerin
sabahında. O sabahlar ki ’ farkındalığımızı ’ gün yüzüne çıkarırdı. Bir
dokunuşun kayıp yoldaşıydık. Hangi kelime dize getirir içimizdeki kırıklıkları?
Mecalimiz yoktu kırıklıkları onarmaya. Yeni kelimelerle yazıyorduk şimdi yarım
bırakılan hikayeleri.
Nato mermer nato kafa... Anlayamadım ;)))
YanıtlaSilahh jujum ya anlarsın diye düşünmüştüm :))))
YanıtlaSilAnlamazdım anlamazdım kaderede inanmazdım :)))
Silanlar ve anlamazdan gelirdinnnn :D
YanıtlaSilba - yıl- dımmmmmmmmmm
YanıtlaSilkusursuz :)
senin kadar güzel yazamasam da mavimmm içimden gelenler :)
Sil