1 Mayıs 2014 Perşembe

sesler ve biz



Gecenin bağrındaki kör bağrışmalar muhtelif cinayetlere gebedir. Masalların başladığı yerde haykırışlar sunulur neon lambalardan. Tiz sesli bir çocuk müptelası olur ipeğimsi yüzlerin. Ufukta beliren, gördüklerimizin çok ötesinde kalır. Bilinir mi üstü çizilen her sözcük yalnızlığa eştir. Kentin bütün kapıları kapanmıştır şimdi. Çünkü gecedir, ayazdır. Geceleri hep ayaz olur bu şehirde. Kör, sağır, yorulmak bilmeyen bir yalnızlıktır bizim akşamlarımızda ağırladığımız. Her gece bekleriz yalnızlığımızda. Dile gelen her yakarış, sessizliği seçmiştir en başında. Birden sessizliğini bozar, tekrardan suskunlaşır yakarışlarımız.


‘Belki değil mutlak onurlu yaşardık ’ diyen bir şarkıdan esinleniriz. Renkli kalemlerle çiziyorduk altını bize ortak olan tümcelerin. Kumral bir serzeniştir çalakalem yazdıklarımız. Bilmediğimiz şehirler çeker bizi, biraz da tadı gelir aslında dilimize. Sanki düşünürken hissetmişiz de sonra bir anda yok oluvermiş.

( Beklentilerimiz ne zamandan beri ‘ senaryo’ olarak nitelendirildi ki? Evet belki de senaryo. Gerçekliğinden şüphe duyduğumuz  durumlarda beklentilerimiz artardı. Bu beklentiler, reel olmayanlara göre ‘senaryo’ dur. Öyleyse gerçeklik nedir? )

Gündelik konuşmanın ötesindeki adımlarla yol alırdık akşamlara doğru. Hızlandıkça rüzgar bizi dinlerdi. Bembeyaz sayfalar bizi beklerdi, tırnaklarımızda beliren mürekkep izleri geceye yeni şarkılar mırıldanırdı biz duymazken. Karamsar bir kız çocuğunun yeniden umuda kapısını aralaması gibiydik..

Mahkumları gördükçe sesi her geçen gün değişen  sesi dinlerdim sonra. Kırılmış, yaşanılanları gördükçe elleri titremiş, onlara dokunmaya çalışıp bir şeyler yapamamanın verdiği ‘  yetememezlik ’ ile canlılığını yitirmiş bir ses. Sesler çok şey anlatırdı. Verilen sözlerin yok oluşuna tanıklık eden, gizli kalmış hislerin yoğunluğunda kesiliveren… Son anda gün yüzüne çıkan yine seslerdi.. Seslerin de bir rengi vardı. Sesler kimi zaman karışır ebruli bir hal alırdı. Ardından yağmur yağar tüm şehir kendine gelirdi. Biraz da yosun kokardı. Gökyüzü daha çok eşlik ederdi bize. Bir sözcükten esinlenip hikayeler yazan kadın belirirdi yanımızda. Titrek elleriyle tuttuğu fincanı ve kahveyi içerken ki buğulu bakışları o kadar esrarengiz gelirdi ki bize.. Bir filmin karesi içinde hissederdik kendimizi..
Masalarda bıraktığımız kahve ve çaylarımız tanıktı vurgun yemiş sevgilerimize. Bir de sigaralarımızı söndürdüğümüz bardaklar. Yazdıkça kalemimiz tükenirdi, bizim gibi. Tarih yazmayı unutuyorduk duvarlarımıza. Kitaplarımızı yarıştırırdık bir de yarım bırakılan düşlerimizi tamamlamaya çalışırdık.. Hangi hengameden sağ çıkmıştı ki düşlerimiz yoksa hala boğuşuyor muyduk?


Yangın yerlerine doğru giderdik. Karabasanlı gecelerin sabahında. O sabahlar ki ’ farkındalığımızı ’ gün yüzüne çıkarırdı. Bir dokunuşun kayıp yoldaşıydık. Hangi kelime dize getirir içimizdeki kırıklıkları? Mecalimiz yoktu kırıklıkları onarmaya. Yeni kelimelerle yazıyorduk şimdi yarım bırakılan hikayeleri.

6 yorum:

  1. Nato mermer nato kafa... Anlayamadım ;)))

    YanıtlaSil
  2. ahh jujum ya anlarsın diye düşünmüştüm :))))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Anlamazdım anlamazdım kaderede inanmazdım :)))

      Sil
  3. anlar ve anlamazdan gelirdinnnn :D

    YanıtlaSil
  4. ba - yıl- dımmmmmmmmmm
    kusursuz :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. senin kadar güzel yazamasam da mavimmm içimden gelenler :)

      Sil

.

Ad

E-posta *

Mesaj *