9 Aralık 2014 Salı

Çöle İniş...

‘’ Sizi rahatsız etmeye geldim!’’

‘’ Bu yüzden yalnız başına mutlu olmak, ızdırap verici bir mutluluktur. Yarımdır, çünkü yalnız olmak yarım olmaktır.’’ S-s.36

‘’ Güneş deviniminde temiz ve yumuşak bir ev. Kızıl kan içindeyim, düştüm sarı toprağın sinesine. Sabahın beyaz dalıydım, beni kızıl kan içine doğurdular….. Yüzlerce filizin coşkusu vardı bende.’’-s.71

‘’ Aşk ne içindir? Aşk, büyük çocukların yakalandıkları kızamık gibi bir şeydir.’’-s 83

‘’  Eğer yüksek öğrenim sınıfları, geçmişte olduğu gibi duvarsız, deftersiz olur, zengin yoksul herkese eşit şartlarda yarışma yolu açık tutulursa, hiç kuşku yok, daha sağlıklı bir ruha sahip olan, hayatın anlamını daha çocukluktan başlayarak anlayan, acıyla ve emekle büyüyen, tabiatın ve güneşin yetiştirmesi olan köylüler; nimetler, eğlenceler, paralar, pislikler içinde yetişen , gölgeliklerde büyüyen, tembel, karnı tok, dertsiz bir halde geviş getiren nazik kimselerden daha ileri geçerler. Tabii onları alçakça gerilere atmazlarsa.’’ –s.224

‘’ Bugün bir yardımcı doçent, ıslandırıp sirkeye batırılan Buhara eriği gibi dört yıl sonra kendiliğinden bir üst seviyeye çıkıp doçent oluyor. Doçent de beş bahar geçtikten sonra bir üst aşamayı geçip profesör oluyor. Bu rütbe değişikliği , bir ölüm kalım savaşı, en iyi olanı seçme yarışı değil, zamanın oyunudur. Dün değişim, dönüşüm, sıçrama ve yükselme ve olgunlaşma öğretim üyelerinin içinde; gönüllerde ve beyinlerde gerçekleşiyordu; bugünse dosya kapaklarının arasında; iş bulma kurumunda, para sandığının içinde. O da dehanın veya ilhamın gücüyle, hayatın ani bir darbesiyle, etkileyici bir sözün kırbacıyla, bir aşkın kıvılcımıyla değil tersine, yerin durumu ve göğün dönüşü vesilesiyle gerçekleşiyor.’’-s.231

‘’Çölde sadece ılgın ağacı ile dikenli bitkiler yetişir. Bu sabırlı, kahraman ve korkusuz ağaçlar, çöle rağmen, suya ve toprağa ihtiyaç duymadan, okşama ve sevgi beklemeden , çölün kuru ve yanık bağrından ateşe doğru başlarını uzatır, dimdik ayakta dururlar. Korkusuz, mağrur, yalnız ve yabancı.’’-s.239

‘’ Elim konuşuyor, dilim işitiyordu; gözlerimle kulak kesilirken, kulaklarımla görüyordum.’’-s.308 d.

‘’  Kaçış, oraya kaçış… hissediyorum kuşların sersemliğini .. dün buradaydım peki, ne zaman gideceksin onun peşinden?’’-s.316

‘’ Gece başımın üstünde dikilmiş, çöl ayaklarımın altına serilmiş, yol karşımda her adımımı gözetliyor ve ben gözlerimi karanlığa dikmiş gittikçe gidiyordum.’’-s.384

‘’ Bu renksiz çadırların yanından derhal geçtim…
Kararsız susuzluğa son vermek için
Duyarak, uyanıkça, kaygısız,
Çalışarak, güvenle, az bir dirhemle
O yalnız gergedan gibi yol aldım.
Bambu ağaçlarının dalları eğilmiş, birbirine girmiş.
Ki onlar kadına ve oğullara tutkundurlar..
Oysa ben, ağaçların, baş eğme derdi olmayan, üst dalları gibi,
O yalnız gergedan gibi yol aldım.
Her yerde özgür yalnız mı yalnız,
En uzak ülkeyi bulma telaşında
Tehlikelere korkmadan göğüs gererek o yalnız gergedan gibi yol aldım.
Benim için veba, verem, acı var; Yara korku, hastalık!
Bu korkuyu mutluluğun damağında görerek o yalnız gergedan gibi yol aldım.
Sıcak, soğuk, açlık, susuzluk, fırtına, güneş, at sinekleri, yılanlar:
Birsine ve hepsine galip gelerek o yalnız gergedan gibi yol aldım.
Azgın bir fil gibi, nilüferin yanağında ormanın bir köşesinde yalnız kalmak istediği için sürüden ayrılıveren o yalnız gergedan gibi yol aldım.
Hırs gitmiş, riya gitmiş, ihtiyaç, haset gitmiş, tutkularını ve hayallerini hepten yele vermiş, yere dikilmiş gözlerle hiç beklemeden , ne iğrençleşen, ne yanan bir gönülle , ne halkın efendisi, ne padişahın kölesi, bu dünyanın oyunları, sevinçleri, neşeleri, bütün bunlara el atmış herkesten yüz çevirmiş gövdelerin zehiriyle diri, rüzgar gibi tuzaklara düşmeden nilüfer gibi suya bulaşmadan ‘ güneşin yakını’ sözünü canla duymuş o yalnız gergedan gibi yol aldım.’’ –s. 438 ( Doğru Yolculuk hakkında bir Budist şiiri biraz değişiklik ve özetle)

‘’ Ey Apollo’ nun yanık ruhu! Ben bu testileri nasıl doldurayım da susamış olan senin eline vereyim? Ey bu pazarın kirli ırmağı yanı başında akan! Biliyorum, susuzsun, ama bu denizi testiye doldurmak imkansız. Kaç yudum umuyorsun? Ama olmaz, bu denizden yudum yudum su almak imkansız.’’ –s.444




2 yorum:

  1. –s.224 Elsa, ne de güzel söylüyor bugünü ve olması gerekeni.

    YanıtlaSil
  2. yüksek öğrenim sınıflarındakiler eşit koşullarda değerlendirmeye alınmıyor ne yazık ki,
    referans adı başka yollarla seçiliyor öğrenciler..
    ve burda da adillik diye bir kavramdan bahsetmemiz mümkün değil.

    YanıtlaSil

.

Ad

E-posta *

Mesaj *