Günleri unutursun peynirin
beyazında, biberin yeşilinde, makarnanın sıcağında. Kalp sancır, dil uyuşur,
kahve bekler. Uzak ama bir o kadar yakın dilden türküler konuktur masana.
Kavrulur gün suya hasret özlenene bir o kadar yakın. Buz serpilir kanayan yaraya, tuz saf dışı bırakılır. Soğuk sular tanıktır güneşe. Güneş de sustu. Suskunluk
yenilenişlerin vazgeçilmez dilidir. Bilmediği meçhul dilde türküler dinlerken
kangren olur serçe parmaklar. Ayyuka çıkmaz beklenen. Beklenen de yoktur
aslında. Alışkanlığın verdiği hezimete kapıldığın boşluktur ‘beklenen’ denen
şey. Gün batarken karanfilli bir tütün tabakası gözlerinde belirir. Üzerine bir
bardak çay içersin. Çay eski tadında değildir. Ağzının tadı zehir gibidir. ‘iyi
aslında’ lı cümleler çoktan köprünün üzerinde kalmıştır. Domatesler alınır konserve için. Konservede kan kırmızısı
illegallikler saklanır dili susturan, gözleri bağlatan gizlilikler.. Hangi
savunma mekanizmasının evrilmesidir bu ? Dilin varmaz. Çelişen çatışmaları
saklamak olgunluktan sayılır. Yeşilimsi bir şişeye gömersin gözlerini . Kırarsın onu gözlerin görmez. Kulakların
göğe uzanır, derin renk değiştirir. Kuraklık bastıkça suyu özlerken aslında
izlediğin başkadır. Ne ten ne can ne de kafes … Kocaman bir ‘hiç oluşluktur’
özlediğin…
hiçliğin kıyısında..
YanıtlaSil